Karanlık bir gün. Yağmur, rüzgar, camları döven yağmurlar. Apartmanın merdivenlerinde durup evlerden gelen seslere kulak ver. Bir gitar tınısı, cep telefonuna gelen mesajın zili, ve bir tane daha, çocuk kıkırdamaları, o daire boş, sessiz.
Otobüs durağında sırada bekleyen insanlar, çift katlı yeşil otobüs. Herkes mi biniyor? Yağmur damlaları yine yalnız. Bir kadın: "Yeni mi geçti ki otobüs? Hep camdan baktım halbuki”. Ben de baktım. Ama herkes yeşil otobüse bindi gitti. Benim camım şurası, hani şu altı üstü boş olan. Üst komşularım dün akşam taşındı. Apartmanda iki daire boş: biri altım biri üstüm. Çocuğun koşturmalarını duymayacağım artık, adamın karısını, çocuğunu dövüşünü ya da onlara bağırışını da... Sessiz bir ev, sessiz komşular. Olmayan komşular. Kendi yalnızlığım içinde kaybolacağım...
Otobüste sessiz yüzler. Kimi birbirini belki hergün görüyor ama bakmıyor, tanımıyorlar. Hepsi sessiz, hepsi boş izliyor çevresini. İşlerini, aşlarını, aşklarını, sağlıklarını, okullarını kısacası yalnız ve yalnız kendi hayatlarını düşünüyorlar.
Caminin minaresi yalnız. Cami önünde orta yaşlı bir kadın. Pazardan aldığı meyve sebzeyi taşımakta zorlanıyor, ama torbalarını taşıyacak kimsesi yok. Yalnızlık. Kalabalığın ortasında yalnızlığında kaybolan insanlar, işte modern dünya. Yarı zamanlı, iki yüzlü ilişkiler. Hergün gördüğünüzü bile yabacılaştıran yaşam tarzı.
Güneş, gökyüzünün yalnız prensi. Şimdi beni ısıtıyor, ama birazdan bir bulutun arkasında kaybolunca unutacağım bir sıcaklık. İşte bugünün ilişkileri de böyle; yanındayken varolan, uzaktayken unutulan duygular.
Senin bir yerlerde varolduğunu bilmek neden bana yanındayken hissettiğim gibi hissettirmiyor?
Metronun yalnız yüzleri. Metrolar çufçuf gitse yine böyle yalnız olur mu bu yüzler? Bu uğultu o sessiz yüzleri daha da sessizleştiriyor. Arada konuşan arkadaşlar, tanıdıklar. Ama sözleri gözlerinin sessizliğini bastıramıyor. Ve herkes durakları söyleyen o megafondaki ses kadar yalnız bu kalabalık vagonda. Asık suratlar, sallanan bacaklar, donuk bakışlar. Orada değil bu yüzler aslında. Yalnızlıklarında kaybolmuşlar.
Açılıp, kapanan kapılar. İnenler, binenler. Ding dong sesi her durakta. Tünellerde kesik kesik duran ışıklar. Gökyüzünde beyaz-mavi bulutlar. Akıp giden binalar ve ara ara duraklar. Hepsi bir şeyler söylemek istiyor sanki. Hayat akıp gidiyor, ama bir sürü istasyon var aslında. Ne zaman bu akışta bir parça olacaksın, ne zaman inip dışarıdan bakacaksın bu akışa? Ne zaman dur diyeceksin, senin elinde aslında...
Yanımdaki kadın derin bir iç çekti. Sıcaktan mı, yorgunluktan mı, peşini bırakmayan sıkıntılardan mı? Hiç bir zaman bilemeyeceğim, çünkü o kendi yalnızlığında inecek, ben kendi yalnızlığımda ineceğim. Ve yalnızlıklarımızda kaybolacağız bir kez daha.
Karşımda oturan gencin üzerinde bir el örgüsü hırka var. Atkısı da var aynı yünden. Belki onun için özel örülmüştür. Kimbilir belki annesi, belki nişanlısı örmüştür. Ama vagonda başka herkesin üstünde makine işi, hazır giysiler var. Artık kimse eskisi gibi dikmiyor, örmüyor.
Hazırı var ya! Bizi kendi yalnızlığımıza mahkum eden "hazır"lar. Hazır giysiler, hazır yemekler, hazır yaşamlar. Parayla satın alınan güzellikler, neşeler, heyecanlar, ümitler, hayatlar.
Yalnızlığıma gömülüyorum bir kez daha. Ben çocukken bize el örgüsü kazaklar giydirirlerdi. Anneannem örerdi, annem örerdi, teyzem örerdi. Ama artık kimse örmüyor... ve metro son istasyona geliyor. Şimdi onun yalnız kalma zamanı.
Dolmuşun yalnız koltuğu benim, hazır merdivenlerden çıkıp, Güvenpark’ın yalnız insanları arasından yürüdüm.
Arkadaşı ya da kardeşi ona hikayeler anlatırken, gözü, önüne yığdığı çikolataları satacak, müşteri kollayan kızın; elinde koca bir demet kırmızı çiçekle kimbilir kimi bekleyen çocuğun yalnızlığı; ve dolmuş şoförünün, bütün para üstlerini verdikten sonra sesi soluğu kesilen dolmuş şoförünün yalnızlığı, ve dolmuşun yalnız koltuğunda, en önde oturup bu hızlı gidişatı, herşeyin bir anda geride kalışını dondurmaya çalışan, yalnızlığını doldurmaya çabalayan benim yalnızlığım.
Evrendeki dünyamız, dünyadaki kıtamız, kıtadaki ülkemiz, ülkemizdeki bizler tek tek ve tümümüz yalnızız...
NOT: Bu yazı Zonguldak "Şişedeki Balık" dergisinde yayınlanmıştır.